Geçtiğimiz haftalarda Japonya merkezli yaşanan finansal kriz, kapitalizmin aşırı üretim probleminin finansal piyasalara nasıl yansıdığını bir kez daha ortaya koydu. Japonya Merkez Bankası’nın (BOJ) 31 Temmuz’da beklenmedik bir şekilde faiz oranını %0,1’den %0,25’e çıkarması, finans dünyasında adeta deprem etkisi yarattı. Başta Japon Nikkei-225 olmak üzere, küresel borsalarda 1987 Kara Pazartesi’yi hatırlatan büyük çaplı değer kayıpları yaşandı. Bu gelişmeler, ekonomik toparlanmanın eşiğinde olan dünya piyasalarında büyük bir dalgalanma yarattı.
Dünya finans piyasalarının enstrümanlarından biri olan “carry trade,” uzun süredir düşük faizli ülkelerden borçlanıp, yüksek faizli ülkelerde kazanç elde etme stratejisi olarak kullanılmaktaydı. Japonya, yıllardır süregelen düşük faiz politikasıyla bu stratejinin merkezinde yer alıyordu. Ancak Japonya Merkez Bankası’nın faiz artırımı, bu stratejiyi büyük bir belirsizliğin içerisine sürükledi. 2008 Küresel Krizi sonrası dönemde Japonya’nın düşük faiz politikası, global piyasada geçici bir rahatlama sağlamıştı. Ancak bu politika, 31 Temmuz’daki faiz artışıyla birlikte önemli bir kırılma noktasına ulaştı.
Yatırımcılar, Japonya’dan düşük faizle borçlanarak daha yüksek faiz getiren piyasalara yöneliyordu. Özellikle ABD, Türkiye gibi ülkelerdeki kısa vadeli enstrümanlar tercih ediliyordu. Ancak Japonya’nın faiz artışı, bu stratejiyi uygulayan yatırımcıları büyük bir şokla karşı karşıya bıraktı. Japon Nikkei-225 endeksi tek bir günde değerinin %20’sini kaybederken, küresel piyasalarda ise toplamda 6,4 trilyon dolarlık bir kayıp yaşandı. Bu kayıp, dünya genelinde yıllık gelirin %16’sına tekabül ediyor.
Covid-19 sonrası dünya ekonomisi, Ukrayna savaşı, enerji krizleri ve tedarik zincirlerindeki bozulmalarla mücadele ediyordu. IMF ve Dünya Bankası’nın uyarıları, bu zorlu ekonomik koşulların resesyon riskini artırdığı yönündeydi. Japonya’nın aldığı bu faiz artış kararı, küresel çapta yankı buldu ve sermaye akışlarında ciddi bir daralmaya neden oldu.
Bu kriz, kapitalizmin aşırı üretim ve spekülatif finansal işlemlerle nasıl kırılgan hale geldiğini gözler önüne seriyor. Kapitalist sistemde krizler genellikle bir çöküş olarak değil, yeni yatırım fırsatları olarak görülse de, bu fırsatlar kısa vadeli bir çözüm sunar ve kalıcı riskleri ortadan kaldırmaz. Japonya’nın faiz artışıyla başlayan bu kriz, aynı zamanda finansal piyasaların ne denli hassas olduğunu bir kez daha hatırlattı. 2008 Küresel Krizi’nin artçı sarsıntıları hâlâ hissedilirken, yeni bir türbülansın kapıda olduğu söylenebilir.
Yorumlar kapalı.