
Geceleri insanlar uyur.
Pencereler kapanır, lambalar söner, ay yalnızlaşır.
Ama şehirler… şehirler uyumaz.
Sadece gözlerini kapatır ve düş kurar.
Hiçbir takvime yazmazlar rüyalarını, hiçbir saate sığmazlar.
Kimse bilmez bunu.
Herkes uykudadır çünkü.
Herkes, bir tek onu saymazsak: Çocuk.
Çocuk, geceleri uyanır.
Ne alarm kurar, ne ışık yakar.
Sadece bir iç sese uyar ve pencereye yanaşır.
Bilir ki şimdi rüyaya yatan şehri dinleme vaktidir.
Bir gece İstanbul’a kulak verir.
Boğaz’ın sesi usulca rüzgârda çırpınır.
“Martım nereye gitti?” diye sorar şehir kendi kendine.
Çocuk gülümser.
Çünkü bilir: Bazı aşkların kanadı vardır, bazı şehirlerin kalbi.
Bir başka gece Paris’e dokunur parmaklarıyla,
camın soğuk yüzeyinden…
Bir keman tınısı dolanır kulağına.
Yalnız bir müzisyenin, bir aşkın, bir vedanın sesi.
Çocuk gözlerini kapatır, bir adım atsa Seine kıyısına düşecektir sanki.
Kapadokya’yı dinlediğinde, taş fısıltılarına kulak kesilir.
Rüzgâr, bin yıllık hikâyeler anlatır ona.
“Bir zamanlar ben bir dağın gölgesiydim” der rüzgâr.
“Şimdi sadece göçenlerin izini sürüyorum.”
Çocuk usulca başını sallar.
Bazı masalların dili sessizliktir.
Bazen Tokyo’da kırmızı bir balon görür.
Kayıp bir çocuğun hayali gibi gökyüzünde süzülür.
Çocuk elini uzatır, balon kaçar.
Ama kokusu kalır: plastik, umut ve biraz yalnızlık.
Ve bir gece…
Penceresinden dışarı bakarken,
Çocuk fark eder ki…
Artık şehirler değil, rüyalar onu çağırmaktadır.
Çünkü bazen biz şehirleri rüyamızda görmeyiz.
Bazen, şehirler bizi rüyalarında büyütür.
Ama çocuk büyüdü.
Her çocuk gibi.
Zamanla uykuları düzene girdi.
Pencereden dışarı bakmayı bıraktı.
Camın buğusuna parmaklarıyla şehirler çizmeyi unuttu.
Rüyaların dili yavaş yavaş sustu.
İstanbul artık onunla konuşmuyordu.
Martının kanat sesi yerini bildirim seslerine bıraktı.
Paris’in melodileri ofis koridorlarında yankılanmıyordu.
Kapadokya’nın taşları hâlâ fısıldıyordu belki ama…
duyacak kulak kalmamıştı.
Çocuk şimdi bir yetişkindi.
Koşuyordu, yazıyordu, hesaplıyordu, yetişiyordu.
Bir gün metroda giderken camdan dışarı baktı.
O an… çok kısa bir an…
Boğaz’ın üstünde süzülen bir martı gördü.
İçinde bir şey kıpırdadı.
Adını koyamadı.
O gece eve döndüğünde, pencereye yaklaştı.
Elini cama koydu.
Bir zamanlar tam orada, Tokyo’da uçan bir balonun hayalini görmüştü.
Şimdi hiçbir şey yoktu.
“Büyümek…” dedi içinden,
“Bazen duyduğun her şeyi unutmak demek.”
