
Zaman zaman keyiften dört köşe, zaman zaman panik içinde tırnak kemirerek saatlerimizi gömdüğümüz o renkli piyasa ekranı…
Dünyanın dört bir yanında milyonlarca insanı uzun saatler bu ekranlara fokuslayan motivasyon ne olabilir? Hiçbir gerçek üretim katkısı olmayan paradan para kazanma sanatı, 20. yüzyılın son çeyreğinden beri küresel bir din haline gelirken, emek değil ekran başındaki ‘klik’, üretim değil faiz spread’leri ekonomik sistemi yönetiyor.
Piyasa, tanımı gereği ekonomik faaliyetlerin gerçekleştiği belli kurallara göre işleyen bir mekanizmadır. Günümüzde dünya ekonomisinin yönü, finansçıların kararlarıyla şekilleniyor demek hiç de yanlış olmaz. Çünkü dünyada finansal sistemin ulaştığı devasa büyüklük 2024 yılı itibarıyla yaklaşık 175 trilyon ABD doları seviyesinde. Bu rakam, hisse senetleri, tahviller ve diğer finansal varlıkları kapsayan “Küresel Piyasa Portföyü “nün toplam değeri ve dünya genelinde üretilen mal ve hizmetlerin toplam değeri olan küresel GSYİH’nin yaklaşık iki katı. Sermayenin ve algoritmaların ulus tanımadığı modern dünyada bu veriler, finansal piyasaların günümüzdeki hakimiyetini ve ekonomiler üzerindeki etkilerini anlamak açısından oldukça önemli.
Piyasa kavramının önemi, 1970’lerden itibaren dünya ekonomilerinin “finansallaşma” sürecine girmesiyle başlıyor. 1971 yılında ABD Başkanı Richard Nixon’ın Bretton Woods sistemini terk etmesiyle (doların altına bağlılığını kaldırması) başlayan bu süreçte altın standardı kaldırılarak paranın değeri, piyasalara olan güvene göre ölçülmeye başlarken bu değişim finansal ürün çeşitliliği için ortam hazırladı. Uygulamaya konulan Neoliberal politikalar sayesinde kamu kontrolü azalarak sermaye hareketleri serbestleştirildi.
“Deregülasyon” (kamu denetiminin azaltılması) sayesinde bankacılık ve finans sektörleri hızla büyürken, 1980’lerden itibaren bilgisayarlaşma ve 1990’larda internetin yaygınlaşmasıyla birlikte finansal işlemler büyük bir hacim kazandı.
Sürecin baş aktörü olan ABD Merkez Bankası (Fed): faiz politikalarıyla küresel finansal hareketleri yönlendirirken, IMF ve Dünya Bankası: gelişmekte olan ülkelere finansal serbestleşmeyi dayattı. Çok uluslu bankalar, yatırım fonları ve neoliberal politikaları uygulamaya koyan Reagan, Thatcher, Alan Greenspan gibi isimler de sürecin önemli figürleri oldu.
Günümüzde gitgide genişleyen finansal evren ekonomik bir araç olmanın ötesine geçip, kolektif psikolojinin, kültürel eğilimlerin ve iktidar ilişkilerinin bir sahnesi haline gelmiştir. Hiçbirimiz ekonomi kitaplarında idealize edilen soğukkanlı, rasyonel homo economicuslar değiliz. Dış dünyanın çok güçlü ve organize oyuncularının bilinçlerimiz üzerinde oynadığı kolektif bir oyun var. Milyarlarca dolarlık devasa fonların yönlendirdiği trendler, merkez bankalarının ima ettiği mesajlar, algoritmaların saniyelik tepkileri ve hatta paranın gücüyle şekillenen grafikler…
Kahneman’ın “irrasyonel ama kendinden emin” yatırımcı modeli, yatırım kararlarını verirken çoğunlukla duygusal tepkilerle hareket ettiğimizi gösterir. Kayıptan kaçınma, sahiplik etkisi gibi sistematik sapmaların güdümünde olan bu kararlar artık küresel çapta senkronize olmuş psikolojik dalgalanmalara dönüşmüş durumda.
Finansal piyasaların gücü sadece paradan değil; bilgiden, psikolojiden, küresellikten ve teknolojiden geliyor. Bu güç hem görünmez hem yönlendirici hem soyut hem de post modern bir gerçeklik.
Piyasaları yönlendiren “görünmez el” artık sadece arz-talep dengesiyle değil, insan psikolojisini kitle ölçeğinde yönlendirme becerisiyle çalışıyor. Beklenti ve korkuyu tetikleyen bir algı yöneticisine dönüşümmüş durumda. Merkez bankaları bile artık “iletişim stratejisiyle” piyasalara yön veriyor. “Forward guidance” (sözlü yönlendirme) denilen kavram, var olanı değil, olması isteneni ifade ediyor.
Piyasalarda sürü psikolojisi herkes kazanırken fırsat kaçırma korkusuyla tetiklenirken, pazarda gerçeklerden çok hikayelerin alınıp satılıyor Bir varlığın değerine herkes inandığında, rasyonel veri olmaksızın o değer gerçek kabul ediliyor. (Bkz: Enron, Dot-com balonu, GameStop hisseleri), saniyeler içinde değişen fiyatların yarattığı zaman baskısı, küçük oyuncuların rasyonel olmayan kararlar almasına sebep oluyor ve bütün bu psikolojik süreçler, piyasalardaki oynaklığı şekillendiriyor.
Ünlü yatırımcı Warren Buffett’ın sözü bu döngüyü net bir şekilde özetler: “Başkaları açgözlü olduğunda kork, korktuğunda açgözlü ol.” Çünkü Piyasalarda volatilitenin (oynaklığın) temeli, korku ve açgözlülük döngüsüyle oluşur.
Sonuç olarak, finans sektörü devasa büyüklüğe ulaşırken devletlerin borç stokları da çığ gibi büyüyor. ABD’nin dış borcu 2024 yılı sonu itibariyle 27,6 trilyon dolara ulaşmış durumda. Küresel çapta üretim ekonomisi gölgede kalırken, finansal krizler çok daha yıkıcı hale geldi. Gelir dağılımı bozuldu, çünkü servet artık üretimle değil, varlık fiyatları üzerinden birikiyor.
Freud, kazanmaya yönelik saplantının sadece ekonomik değil, aynı zamanda bilinçaltından gelen bir kontrol arzusuyla da bağlantılı olduğunu söylüyor. . Erich Fromm modern insanın parayla olan ilişkisini şöyle özetler: “Modern insan, paraya sahip oldukça değil, paraya dönüştükçe değer kazandığını sanır.” Bu yüzden finansal piyasalar, yalnızca ekonomik kararların değil, bilinçdışımızın da sahnesidir.
Kaynaklar:
1. Kahneman, D. (2011). Hızlı ve Yavaş Düşünme/ Thinking, Fast and Slow.
2. Fromm, E. (1955). Sağlıklı Toplum/ The Sane Society.
3. Harvey, D. (2005). Neo-liberalizmin Kısa Tarihi/ A Brief History of Neoliberalism.
4. Eichengreen, B. (2008). Globalizing Capital.
5. IMF (2024). Global Financial Stability Report.
6. World Bank (2024). Global GDP Data.
