• ALTIN (TL/GR)
    4.261,89
    % -0,01
  • AMERIKAN DOLARI
    39,2401
    % -0,05
  • € EURO
    44,9946
    % -0,07
  • £ POUND
    53,3126
    % 0,05
  • ¥ YUAN
    5,4510
    % -0,06
  • РУБ RUBLE
    0,4962
    % -0,11
  • BITCOIN/TL
    4117951,237
    % -0,73
  • BIST 100
    9.008,87
    % -0,12

Gölgeler Yetmiyorsa: Gerçeğe Dönüş Cesaret İster”

Gölgeler Yetmiyorsa: Gerçeğe Dönüş Cesaret İster”

Platon, 2400 yıl önce Sokrates’in ağzından şöyle bir hikâye anlatır:

Bir grup insan doğdukları andan itibaren karanlık bir mağarada zincirlenmiştir. Başlarını bile çeviremezler. Önlerindeki duvara sürekli gölgeler yansır; arkada bir ateş vardır ve bu ateş ile zincirli insanlar arasında bir yol bulunur. Yoldan geçen insanlar, hayvanlar ve objelerin gölgeleri duvara yansır. Bu insanlar hayatları boyunca sadece gölgelerigörmüş olduklarından, onların gerçek olduğunu zannederler.

Bir gün içlerinden biri zincirlerinden kurtulur. İlk başta gözleri kamaşır, gerçek nesneleri görmekte zorlanır. Mağaranın dışına çıkar, güneşi görür, ışığa alıştıkça gölgelerin gerçek olmadığını fark eder. Sonra bu kişi mağaraya geri dönüp diğerlerine gerçeği anlatmak ister ama onlar onu anlamaz, hatta tehdit olarak görürler.

Wachowski kardeşlerin Matriks filmi ile Platon’un mağara alegorisi arasında çok güçlü bir benzerlik var. Filmde insanlar makineler tarafından simüle edilmiş bir dünyaya hapsedilmiştir algıladıkları dünya aslında dijital bir ilizyondur. Mağaradan çıkan kişi önce ışığa alışamaz gözleri kamaşır, gerçeği görmek sancılıdır. Neo’nın bedeni de Matrixten çıktığında acı çeker ama bu acı özgürlüğün bedelidir. 

Platon’un Mağarası sadece bireysel değil, toplumsal bir simgedir. Zincirlenmiş insanlar bir aradadır. Kalabalık, aynı gölgelere bakarak aynı “gerçeklik” illüzyonuna inanır. Dijital toplumunun bireyleri olan bizler kendi seçtiğimiz zihinsel zincirlerle bağlıyız ve kendi rızamızla mağarada kalmayı tercih ediyoruz. Mavi hapı seçerek konforlu bir simülasyonu hakikate tercih ediyoruz. Hayatlarımızı şekillendiren dijital statüler, sosyal medya normları, görünürlük baskısı, narsisizmi kitlesel bir yaşam biçimine dönüştürürken Yeni dünya düzeni bilgiyle, vicdanla değil inandırma becerisiyle şekilleniyor. 

Güney Kore’li Felsefeci Byung-Chul Han günümüz toplumuna dair derin analizler içeren ‘’Yorgunluk Toplumu’’ adlı eserinde artık insanların gözetlenmediğinden, kendi rızalarıyla kendilerini sergilediğinden bahsediyor. Bu sistemde birey “kendini bir marka gibi yönetme” sorumluluğu üstleniyor. Byung-Chul Han’a göre Bugünün öznesi artık bastırılmış bir varlık değil, kendini teşhir eden bir performans makinesidir. Narsisizm artık patolojik değil, normatif bir karakter özelliğine dönüşmüştür. Modern ekonomi ve dijital kültür, bireyin kendini beğenmesini değil, sürekli başkalarına kendini beğendirmesini ister. Narsisizmin temel dinamiği olan, “benliğin dışarıdan yansıtılan bir ideal üzerinden değer bulması tetiklenerek, estetik, moda, kendine yatırım dayatmalarıyla tüketim alışkanlıkları şekillendirilir. Bu sistem, bireyin kendisini sürekli yetersiz hissetmesi üzerine kuruludur. Bu da “narsistik tüketimi” doğurur: Görünen olmaya değil, görünmekte kalmaya yatırım yapılır.

Böyle bir düzende birey, görünüşle gerçeği ayırt etmekte zorlanır. Neoliberal düzenin ve dijital kültürün bilinçli olarak teşvik ettiği bu yapıda Tüketim yalnızca ekonomik bir faaliyet değil, kimlik üretiminin, aidiyet arayışının ve sosyal görünürlüğün bir parçası hâline gelmiştir. 

Sosyal medya, sadece zaman değil, gerçeklik duygusunu da tüketir. Tıpkı Platon’un mağarasındaki gibi, bireyin dışarı çıkma cesareti kırılır çünkü simülasyon daha güvenli, daha kolay ve daha “parlak. Görünmektedir. 

Fransız düşünür Baudrillard geleneksel medya araçlarıyla çalışmış olsa da geliştirdiği kavramlar sosyal medya çağında da yol gösterici niteliktedir. Baudrillard’ın Düşünce evreni, sosyal medyada maruz kaldığımız imgelerin ve temsillerin ardındaki gerçeklik kaybını fark edebilmek için güçlü bir araç sunar. Bu bağlamda, bireyin görünürlüğü arttıkça gerçekliğe erişimi azalmakta; bilgi bolluğu, anlam kıtlığına dönüşmektedir. Tıpkı Platon’un mağarasındaki insanlar gibi, bugünün insanı da kendisine sunulan gölgelerin –yani ekrandaki imajının ötesine geçmekte zorlanmaktadır.

Sosyal medyanın algoritmaları, ekranlara sığdırılmış hayatlar ve dijital filtrelerle kuşatılmış bir gerçeklik simülasyonu içinde… Gerçeği görmek değil, göze hoş geleni izlemek daha kolay. Peki, bu çağda “mağaradan çıkmaya kalkarsak ne olur?

Gerçeklik önce rahatsız eder, sonra dönüştürür. Konfor alanımızı terk etmek, onay kültüründen sıyrılmak, düşünmek, okumak ve araştırmak için zaman ayırmayı gerektirir. Tabi ki bu eylemler modern insanı yalnızlaştıracaktır. Gerçeğe yaklaşmak, önce dışlanmayı, sonra dönüşmeyi getirir. Özetle, “Gölgeler yetmiyorsa gerçeğe dönmek cesaret ister.”

Güzel bir hafta sonu diliyorum.

YORUMLAR YAZ