15 Eylül 2020 tarihinde ABD Başkanı Donald J. Trump, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, Bahreyn Dışişleri Bakanı Abdullatif Al Zayani ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Dışişleri ve Uluslararası İşbirliği Bakanı Abdullah Bin Zayed Al Nahyan tarafından imzalanan “İbrahim Anlaşmaları Deklarasyonu” Ortadoğu’da barışı korumayı ve güçlendirmeyi hedefleyen bir anlaşmadır.
Peki bu kadar doğru bir amaç ortaya koyan, bu anlaşma niye bu kadar eleştriliyor derseniz , işte orada kafalar karışmaya başlıyor. Niye mi?
Cevabı çok basit; çünkü esas amacı Arap-İsrail barışının sağlanması ve korunması olan bu anlaşmanın yürütülebilmesi için; öncelikle Filistin’de olanların görmezden gelinmesi ve İsrail’in güvenliği ile ABD’nin ekonomik çıkarlarını gözeten ve 2003 yılında Condolezza Rice’ın ortaya attığı ülke sınırlarının değiştirilmesine ilişkin planların hayata geçirilmesine ses çıkartılmaması gerekmektedir.
İsrail, BAE ve ABD tarafından 13 Ağustos 2020 tarihinde imzalanan anlaşmayla birlikte Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır’dan (1979) ve Ürdün’den (1994) sonra İsrail ile barış anlaşması yapan üçüncü Arap devleti olmuş ve Körfez ülkeleri arasında İsrail ile anlaşan ilk ülke unvanını almıştır. Peki BEA’yı bu anlaşmaya iten motivasyon neydi derseniz cevap net tabii ki ABD baskısı.

ABD Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff dün CNBN’ye verdiği mülakatta;
“Yakın zamanda İbrahim Anlaşmaları’na taraf olan ülkelerle ilgili büyük bir duyuru yapacağız. Birçok ülkede normalleşme bekliyoruz.”
diyerek çok ilginç bir çıkış yaptı. Tam da İran-İsrail-ABD geriliminin tepe seviyeye ulaştığı bir dönemde, bayram değil seyran değil eniştem “Abraham Anlaşmasını niye dillendirdi?”
Konu tabii ki yine aynı yere gidiyor İsrail’in güvenliği. 7 Ekim Saldırısı sonrası İran’ın vekilleri eliyle yürütülen savaş son dönemde özellikle İran’ın beklenmeyen çekilde İsrail’i karadan karaya atılan balistik füzeler ile vurması sonrası İsrail ve dolayısıyla ABD tarafında ciddi bir endişe yarattı.

Tamam da İsrail ne istiyor derseniz, kendileri zaten bunu deklare etti;
- Gazze’de açılan cephenin (!) kapatılması, rehinelerin iade edilmesi, Gazzede teknokrat bir geçiş hükümetinin kurulması ve Hamas’ın etkisizleştirilmesi
- Güney Lübnan’da “sıfır ihlal” politikasının izlenmesi ve Lübnan Ordusunun güçlendirilmesi
- Esad rejiminin devrilmesi ardından Suriyee istikrar için, İran eksinine karşı bir “TAMPON” görevi görecek bölgesel güçlerin kullanılması (kim bu güçler?)
- Bölgede Ilımlı bir koalisyon politikasının izlenmesi ve İbrahim Anlaşmasının genişletilmesi
- İran’a karşı abluka uygulanması ve nükleer faaliyeterlin engellenmesi
- Filistinlilerin on yıl içerisine kademeli ve güvenli bir şekilde tahliyesine ilişkin plan hazırlanarak ilan edilmesi
Tamamen tarafsız bir bakış açısı ile bakmaya çalışırsak; Haaretz gazetesi yazarı Gideon Levy, anlaşmayı “barış anlaşması” olarak nitelememiş ve gerçekten barış getirip getirmeyeceği konusunda şüpheli olduğunu ifade etmişken; The Times of Israel gazetesi yazarı David Horovitz, anlaşmaların İsrail-Arap ilişkilerinde bir dönüm noktası olmasına rağmen, Filistin sorununu çözmeyeceğini ve İsrail’in işgal politikalarını meşrulaştırdığını savunmuştur.
Trump 1.0 döneminde alevlenen bu konu Biden döneminde biraz geri plana itilmiş olsa da; son dönemde çok konuşulacağı aşikardır.
Şimdi dönelim yeniden en başa; dünyaya barış getireceği, savaşları sonlandıracağı, sorunları çözeceği vaadi ile seçimi kazanan Donald Trump’ın, Oradoğu Özel Temsilcisi olarak atadığı Steve Witkoff dün akşam verdiği mülakatta; tam da İsrail’in söylediği gibi İbrahim Anlaşmasına destek veren ülkelerin sayısının artacağını söyledi.

Peki bu destek veren ülkeler hangileri olacak ve değişen güç dengesi içerisinde bu ülkelerin kayıp veya kazançları neler olacak?
Bu sorunun cevabı için önce İsrail’in talepleri sonra da Rice’ın 2003 planını iyi incelemekte fayda var.
Kalın sağlıcakla.