Osmanlı’da bedestende dükkân açmak isteyen birinin önce güvenilir biri olup olmadığına bakılırdı. Ahîler, sadece sermayeye değil, kişinin ahlâkına, borcuna sadakatine, çevresiyle olan ilişkisine dikkat ederdi. Çünkü ticaret sadece mal satmak değil, güven vermekti.
Bugün bu yapı kalmadı. Piyasada kimin nasıl kazandığına değil, ne kadar kazandığına bakılıyor.
Kazananın, doğru yaptığı varsayılıyor.
Kaybeden, kendi hatasında boğuluyor.
Ve giderek daha fazla insan, yalnızlaşıyor.
Eskiden esnaf kazancını büyütmekle değil, sürdürebilmekle övünürdü. Bugünse elde edilen kazanç gizlenmiyor, açıkça gösteriliyor.Sosyal medya, herkesin ne kazandığını ilan ettiği bir alana dönüştü.Ve bu, diğerlerini daha çok kazanmaya değil; daha az kazandığı için eksik hissetmeye zorluyor.
1929’daki Büyük Buhran’da insanlar yalnızca paralarını değil, hayatlarını da kaybetti.
Evini ipotek eden, borçla hisse alan, kısa vadeli kazanç peşinde koşan yüzbinler, bir gecede sistemin dışında kaldı. Ama belki de en ağır kayıp, insanların kendilerine olan inancını yitirmesiydi.
1987’de benzer bir çöküş yaşandığında, ekran başındaki yatırımcılar yalnızdı.
Piyasalar toparlandı. Ama o gün hissedilen kırılganlık, birçok kişi için uzun yıllar devam etti.Çünkü mesele sadece maddi kayıp değil, insanın kendine karşı duyduğu güvenin sarsılmasıydı.
Bugün Türkiye’de de benzer bir baskı var. Yeni yatırımcılar sadece kazanmaya değil, sürekli kazanmaya alışıyor. Hata yapmaya tahammül yok.Bir hisseden %30 kâr eden bile mutlu olamıyor.Çünkü bir başkası %70 kazandığını anlatıyor,yazıyor, böbürleniyor.
Oysa eski gelenek başka şeyler söylerdi:
Az da olsa helâl kazan.
Kimseye hava atma.
Zarar edersen de utanma.
Şimdi ise insan, toplumsal algoritma, mecburiyet ve yozlaşma sebebiyle kazandığında değerli hissediyor.Ve kaybettiği gün kendinden şüphe etmeye başlıyor, değersizleşiyor, özüne olan saygısını yitiriyor.
Hayat her zaman aynı yöne gitmez. Borsa da. İnsan da.
Ama bugün herkes, hep ileri gitmek zorundaymış gibi hissediyor.
Sanki bir gün durursa, her şey geride kalacak.
Kimse durmak istemiyor, çünkü durunca eksik hissediyor.
Oysa bazen durmak, düşmekten iyidir.
Geri çekilmek, pes etmek değil; nefes almaktır.
Ve en sağlam adımı, bazen bekleyebilen atar.
Ama bunu fark ettiğimizde, iş işten geçmiş oluyor ve bizim adım atmaya mecalimiz kalmıyor.
Çünkü hayat sadece kazançlardan değil, durup mutlu olabildiğimiz anlardan ibaret.
Ömür dediğin uzun bir grafik değil, sevdiğinle paylaştığın kısa bir gülümseme kadar.
Herkese iyi pazarlar, sevgiyle kalın.