Seçmek özgürlük değildir; eğer seçenekleri başkası belirliyorsa, sadece yönlendirilmiş itaattir.
Eskiden kölelik zorla dayatılırdı, şimdi insanlar buna gönüllü razı oluyor; çalışmak, yetişmek, başarmak gibi kavramlar öyle kutsanmış ki, biri durup da “neden böyle yaşıyoruz” dese hemen sistem dışına atılıyor ve başarısız ilan ediliyor.
Bugün kimse köle zinciri takmıyor ama herkes sabah saatine, iş listesine, borç taksitine bağlı yaşıyor; ekranlara yapışmış, algoritmaların yönettiği bir dikkat ekonomisinde, bir yandan kendini geliştirirken diğer yandan hep eksik hissediyor. Hep eksik hissediyor, hiçbir zaman manevi tatmin bulamıyor çünkü sistem öyle olmasını istiyor.
Kariyer planları, kişisel markalar, başarı hikâyeleri hep aynı kalıptan çıkıyor; herkes özgün ve özgür olduğunu zannediyor ama aynı simülasyonun içinde birer basit değişken olduğunun farkında dahi değil. Aynı uygulamalara giriyor, aynı cümleleri kuruyor ve aynı yarışta birbirini izliyor.
Borçla yaşayan, zamanını başkası için harcayan, yaptığı her tercihte algoritmanın parmağını hisseden modern insan, eskisinden daha az özgür ama daha çok “özgür” hissediyor. Çünkü artık zincire gerek kalmaksızın görev bilinci, sorumluluk duygusu ve görünür olma arzusu bu esareti gönüllü kılıyor.
Eskiden köleler, efendilerinin adlarını ve mühürlerini taşırlardı; şimdi insanlar çalıştıkları şirketin adresleriyle, unvanlarıyla anılıyor. Zamanları toplantı takvimine, dikkatleri ekranlara, kararları algoritmalara teslim edilmiş durumda. Kiminin zinciri altın, kimininki dijital. Ama hepsi aynı: görünmez bir itaate alışmış hayatlar.
Asıl sorun, bu düzenin artık sorgulanmıyor olması; herkes bir şeylere yetişmeye çalışıyor ama nereye yetiştiğini bilmiyor, sabahları erken kalkıyor ama neden kalktığını hatırlamıyor. Neden mi? Sistem bize sadece koşmamızı, üretmemizi aşıladı. Dur tuşumuz dahi yok.
Sonuç olarak; insan, artık başkasının emriyle değil, kendi içindeki baskıyla tükeniyor. Çünkü en ağır esaret, gönüllü olandır.