Konumu itibariyle bir çok büyük medeniyete ev sahipliği yapmış ve dünyadaki en güzel şehirlerden birisi olan İstanbul’un simgesi olan İstanbul Boğazı ve İstanbul Boğası’nın hikayesi geldi aklıma bugün, sizlerle paylaşmak istedim.
İstanbul Boğazı
Bir kısmı Asya Kıtası diğer kısmı Avrupa Kıtasında olan şehri İstanbul, yabancılar tarafında “Bosphorus” olarak adlandırdığı İstanbul Boğazı ve “Golden Horn” olarak adlandırılan Haliç’in eşsiz güzelliği ile dillere destan olmuştur.

Hem Bosphorus hem de Golden Horn isimlerinin, bölgenin tarihi geçmiş ve eski egemen kültürü göz önüne alındığında Yunun Mitolojisinden geldiğini tahmin etmek çok da zor olmasa gerek.
Konu Yunan Mitolojisi olunca konu dönüp dolaşıp tabii ki en büyük tanrı olan Zeus’a kadar geliyor. Efsaneye göre çapkın Zeus, mavi gözleri ve büyüleyici güzelliği ile nam salmış Argos Kralı’nın kızı İo’ya aşık olur ve aralarında tutkulu bir aşk hikayesi yaşanmaya başlar.
Zeus’un eşi ve evlilik tanrıçası olan Hera ise oldukçatır ve Zeus’un çapkınlığı ile meşhur olduğunu da çok iyi bilmektedir. Kocasının İo ile birlikte olduğu bir gün, baskın amacıyla ikisinin bulunduğu bölgeye gelir. Durumdan şüphelenen Zeus hemen etrafı bulutlarla kaplayıp Hera’nın İo’yu görmesini engellemeye çalışır fakat Hera bütün o bulutları üfleye üfleye dağıtacaktır.

Öfkenden deliye dönen Hera’nın gazabından İo’yu korumak isteyen Zeus, sevdiği kadını ineğe çevirir. Arada geçen bir çok olay sonrası (çok ayrıntı ile sizleri sıkmak istemem) Zeus’a inanmayan Hera ineğe bir at sineği musallat eder ve bu at sineğinin ısırığı ile deliye dönen inek görünümündeki güzeller güzeli İo kıtadan kıtaya büyük bir hızla koşmaya başlar. Ege’den Karadeniz’e doğru koştuğu sırada tam karşıya geçecekken vadi su ile dolar ve bunun sonucunda İstanbul Boğazı oluşur. Eski Yunanca’da (Greekçe) “boos” inek, “foros”un ise geçit anlamına gelen iki kelimenin birleşmesiyle bir araya gelen kelime “Bosphorus” yani “İnek Geçidi” o günden sonra da İstanbul Boğazı’nın tasvir etmek için kullanılmaktadır.
Haliç’in adının da bu efsaneyle bağlantısı olduğu söylenir. İo sinekten kaçarken başını sağa sola sallar. Boynuzunu oradan oraya vurarak toprağı parçalar ve derin yarıklar oluşturur. Bu yarıklardan biri de Haliç’tir. Boynuzu altın renkli olduğu için Haliç’e Golden Horn (Altın Boynuz) denir

Roma dönemine ait bir mite göre de Haliç kartalın ağzındak bir yılandır. Görüldüğü üzere hikayenin yada mitin yaratıldığı dönemdeki egemen kültürün sembolleri neyse mitte de o simgeler ön plana çıkmaktadır.

Yine İo’nun hikayesi ile bağıntılı olarak devam eden başka bir mitte; İo inek vücudu içinde Haliç’i geçtikten sonra, oracıkta bir kız çocuk doğurmuş ve çocuğa boynuz anlamına gelen “Keroessa-Keras” adını vermiştir. Bu Nympha’nın yetiştirdiği Keroessa deniz tanrısı Poseidon’la evlenerek İstanbul’un kurucusu sayılan Byzas’ı doğurmuş. Byzas da annesinin kendisini doğurduğu yere bir şehri kurmuş. Apoilon ve Poseidon’dan yardım görerek kurmuş olduğu şehrin etrafını surlarla çevirmiştir.
Kısacası biraz da içinde muziplik barındıracak şekilde ifade etmek gerekirse, mitolojik aktarımlara göre İstanbul; en büyük tanrı da olsa eşinden korkan Zeus’un, hovardalığını saklamaya çalışırken keskin kadın zekası ve intikam duygusundan kaçamaması sonucu ortaya çıkmış desek yanlış olmaz.
İstanbul Boğası
İstanbul’da Kadıköy’e gitmiş herkesin kesin bir fotoğrası vardır, hatta borsacı dostların ralli öncesi paylaştıkları boğa fotoğraflarının çoğu bizim ünlü Kadıköy Boğasına aittir.

Öyle genç durduğuna bakmayın o boğa yaklaşık olarak 160 yaşındadır. Heykel, 1864 yılında Fransız heykeltıraş Isidore Jules Bonheur tarafından alçı kalıptan maça hazırlanarak Thiebaut dökümhanesinde tunç döküm olarak üretilmiştir.

Heykelin aslıl yapılma nedeni 1800’lü yıllarda Fransa ve Almanya arasında paylaşılamayan Alsa-Loren bölge’sidir. Bu küçük ama önemli bölge yıllar boyunca Fransız ve Almanlar arasında sürekli el değiştirir. 1860’larda bu bölgede Fransızların Almanları yendiği savaşı simgelemek için Paris’te yaptırılmıştır. Kızgınlığı ve iriliğiyle Fransızların gücünü simgeler ancak çok sürmez, 1870 Sedan Muharebesi’yle Alman general Bismarck tarafından Alsas-Loren yeniden alınır. ‘Fransızların gücü’ de Almanya’ya gider.

Alman İmparatoru ıı. Wilhelm dostluklarından dolayı, 1917’de İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne, İttihat ve Terakki Cemiyeti de Enver Paşa’ya hediye eder. Heykel Enver Paşa’nın sarayının bahçesine konulur. 1. Dünya Savaşı sonunda Enver Paşa yurtdışına gider ve heykel o sarayın bahçesinde unutulur.
Heykelin Devleti Aliyye’ye veya Enver Paşa’ya verilmesinin, yukarıda anlatımış olduğum Bosphorus hikayesi ile de akalalı olduğu söylense de bunu net olarak ortaya koyacak bir kaynak bulunmamaktadır.
Peki saray bahçesinden KAdıköy’e kadar yolculuk nasıl gelişti derseniz, heykel hediye edilişinden 50 yıl kadar sonra Hilton Oteli’nin bahçesine taşınır. Ardından Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi sarayı’nın önüne, sonra da Taksim Gezi Parkı’na götürülür. 1970’li yılların başlarında, İstanbul’un Anadolu yakası seyahati başlar. Kadıköy’deki ilk durağı tabii Altıyol olmaz; kaderinde gezmek var sonuçta. Kadıköy Belediyesi önünde kalır 20 yıl kadar. 1990’lı yılların başında da şimdiki yerine taşınır.
Kısacası aralarındaki bağlantı ve Boğa Heykeli üzerinden Türkiye’ye verilmek istendiği iddia edilen mesajlardan bağımsız olarak sizlerle İstanbul için önemli iki hikayeyi paylaşmak istedim.
Kalın sağlıcakla