• ALTIN (TL/GR)
    5.353,29
    % -0,15
  • AMERIKAN DOLARI
    41,9353
    % 0,23
  • € EURO
    48,8923
    % 0,44
  • £ POUND
    55,6858
    % 0,24
  • ¥ YUAN
    5,9653
    % 2,24
  • РУБ RUBLE
    0,5418
    % 0,82
  • BITCOIN/$
    117.417
    % -0,37
  • BIST 100
    10.871,08
    % 0,16

Galata’dan Borsa İstanbul’a: Borsasının Cumhuriyet Serüveni

Galata’dan Borsa İstanbul’a: Borsasının Cumhuriyet Serüveni

2020’li yıllarda Türkiye’de borsa, artık milyonların ilgi gösterdiği bir arena haline geldi. Bugün sokaktaki insan bile banka uygulamasından hisse senedi alıp satabiliyor; borsa yatırımcısı sayısı 2023 sonunda 7,5 milyonu aşarak tarihi zirvesine ulaştı. Oysa bundan bir asır önce Osmanlı’nın son günlerinde, İstanbul’un Galata semtindeki birkaç banker dışında halkın pek azı “hisse senedi” kelimesini duymuştu. Peki Türkiye’de borsa bu noktaya nasıl geldi? Osmanlı’nın son döneminden Cumhuriyet’in kuruluşuna, oradan ekonomik dalgalanmalarla dolu on yıllara uzanan inişli çıkışlı bir hikâye söz konusu. Bu yazıda, Türkiye borsa tarihinin dönüm noktalarını, ekonomik ve politik olaylarla iç içe geçmiş bir şekilde, anlaşılır ve canlı bir dille anlatıyoruz.

image 80
Galata’dan Borsa İstanbul’a: Borsasının Cumhuriyet Serüveni 17

Osmanlı’dan Devralınan Miras (1866–1923)

1. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa finans dünyasıyla iyice iç içe geçmişti. İstanbul’un Galata semti, dönemin finans merkeziydi. Burada çoğunluğu Rum, Ermeni, Yahudi ve Levanten kökenli Galata bankerleri adı verilen bir grup, Osmanlı hazinesine borç veriyor, gayriresmî ortamlarda tahvil ve hisse senedi alım satımı yapıyordu. Öyle ki, Galata’daki Havyar Han gibi hanların içi adeta küçük birer borsa salonu gibiydi; haberler telgrafla Avrupa’dan gelir, fiyatlar fısıltıyla belirlenirdi. Bu faaliyetler başlangıçta tamamen denetimsiz ve güven esasına dayalıydı, ancak yine de Osmanlı devletinin mali ihtiyaçları için hayati bir rol oynuyordu.

Resmî bir borsa kurma fikri, Osmanlı’nın artan borçlarıyla birlikte kaçınılmaz hale geldi. Özellikle 1854 Kırım Savaşı ile başlayan dış borçlanma süreci, bu borç senetlerinin alınıp satılacağı düzenli bir piyasayı zorunlu kıldı. Sonunda 2 Aralık 1866’da Dersaadet Tahvilat Borsası, Osmanlı’nın ilk resmî borsası olarak kuruldu. Başlangıçta sadece devlet tahvilleri ve imtiyazlı şirketlerin hisseleri işlem görüyordu. Borsa, Galata bankerlerine devletin himayesi altında faaliyet imkânı sağladı; Maliye Nezareti’nin atadığı bir komiser işlemleri denetliyordu. Böylece Osmanlı, kendi mali bağımlılığını kurumsallaştırarak hem alacaklı Avrupalıları hem de aracılık eden bankerleri memnun etmeye çalıştı.

Yine de bu “Dersaadet Borsası” Osmanlı ekonomisinin küçük ve elit bir köşesiydi. 1910’lara gelindiğinde İstanbul’daki borsa canlı ve uluslararası bağlantıları olan bir piyasaydı, ancak kontrolü büyük ölçüde yabancıların ve gayrimüslim azınlıkların elindeydi. Örneğin, 1912 yılında İstanbul’da kayıtlı 35 borsacı arasında tek bir Müslüman Türk yoktu. Yine savaş öncesi yıllarda ülkedeki şirket sermayelerinin %70’ten fazlası Levanten ve azınlıkların elindeydi. Bu tablo, 1923’te doğan genç Türkiye Cumhuriyeti’ne önemli fakat sorunlu bir miras bıraktı: İşleyen bir sermaye piyasası mevcuttu ama milli olmaktan uzaktı.

image 81
Galata’dan Borsa İstanbul’a: Borsasının Cumhuriyet Serüveni 18

Erken Cumhuriyet Dönemi (1923–1950): Milli Ekonomi Arayışı

Cumhuriyet’in ilk yıllarında yeni yönetim, Osmanlı’dan devraldığı borsayı kapatıp yok etmek yerine, onu kendi milli ekonomi vizyonuna uydurmaya çalıştı. Genç Türkiye, 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde aslında özel sektöre dayalı bir kalkınma modeli benimsemişti. Bu çerçevede borsayı da millîleştirerek kullanmak istediler. Nitekim 1929’da çıkarılan Menkul Kıymetler ve Kambiyo Borsaları Kanunu ile borsanın yapısı yeniden düzenlendi ve adı “İstanbul Menkul Kıymetler ve Kambiyo Borsası” olarak değiştirildi. Atatürk’ün öncülüğünde İş Bankası gibi ilk cumhuriyet şirketlerinin halka açık kurulması da halkı sermayeye ortak etmeye yönelik vizyoner adımlardı.

Ancak 1929’daki Dünya Ekonomik Bunalımı (Büyük Buhran) her şeyi değiştirdi. Özel sektörün tek başına sanayileşmeyi omuzlayamayacağı ortaya çıkınca Türkiye hızla Devletçilik politikasına yöneldi. 1930’lardan itibaren devlet, ekonominin direksiyonuna bizzat geçti; fabrikalar kuran, yatırım yapan en büyük aktör oldu. Kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT’ler) eliyle demir-çelikten tekstile dev tesisler inşa edildi. Bu dönemde ekonomik kalkınma, piyasadan ziyade devlet planlarına göre şekillendiği için borsaya duyulan ihtiyaç neredeyse ortadan kalktı. Özel şirketler sermaye bulmak için halka açılmaya gerek duymuyordu; devlet hem üretici hem finansör konumundaydı. Sonuç olarak borsa, genç cumhuriyet ekonomisinin merkezinde değil, kenarında kalan bir kurum haline geldi.

Bu durumu sembolik olarak gösteren bir olay, İstanbul Borsası’nın 1938’de Ankara’ya taşınması oldu. Yeni başkent Ankara, tüm kurumları kendi çatısı altında toplamak istiyordu ve borsayı da İstanbul’dan koparıp Ankara’da faaliyete geçirdi. Ne var ki bu girişim ekonomik gerçeklerle örtüşmedi. Ülkenin ticaret ve finans kalbi İstanbul’da atmaya devam ediyordu. Ankara’daki borsa üç yıl dayanabildi; 1941’de tekrar İstanbul’a geri taşındı. Bu kısa macera, borsanın köklerinin İstanbul’da ne denli derin olduğunu gösterdi.

1940’ların sonuna doğru, II. Dünya Savaşı sonrası dünya şartlarında Türkiye ekonomik yönünü tekrar tartışmaya başladı. 1950’de çok partili hayatla birlikte Demokrat Parti iktidara geldiğinde ekonomi politikasında tekrar özel sektöre alan açma niyeti hakimdi. Fakat artık borsa, uzun süredir düşük profilli kaldığı için derinliği ve aktörleri oldukça sınırlıydı. Bir yandan devlet, 1946’dan itibaren Türk Lirası’nı devalüe ederek dışa açılma sinyalleri verse de; öte yandan 1942 Varlık Vergisi gibi uygulamalarla gayrimüslim sermayeyi tasfiye etmesi, borsanın zaten kısıtlı olan yatırımcı tabanını iyice daralttı. Erken Cumhuriyet dönemi boyunca borsa, yeni rejimin milli ekonomi yaratma çabaları içinde kendine net bir rol bulmaya çalıştı ama esasen “bekle-gör” pozisyonunda kaldı.

image 82
Galata’dan Borsa İstanbul’a: Borsasının Cumhuriyet Serüveni 19

İçe Dönük Kalkınma (1950–1980): Borsanın Kış Uykusu

1950’lerden 1970’lerin sonuna uzanan dönem, Türkiye borsa tarihi açısından adeta uzun bir kış uykusuydu. Bu yıllarda ekonomide içe dönük kalkınma modeli ve sürekli siyasi dalgalanmalar el ele vererek sermaye piyasasının gelişmesini engelledi.

Demokrat Parti’nin 1950’lerde başlattığı görece liberal ekonomi hamleleri, birkaç yıl içinde döviz kıtlığı ve ekonomik zorluklarla sekteye uğradı. Başlangıçta ithalat serbestisi ve dış pazarlara yönelik üretim denendi, ancak 1954 sonrası ekonomik sıkıntılar hükümeti yeniden döviz kontrollerine ve korumacı politikalara döndürdü. Bu “iki ileri bir geri” gidiş gelişler, borsa gibi güven ve öngörülebilirlik isteyen bir ortamın oluşmasına izin vermedi. Yatırımcılar için uzun vadeli hisse yatırımı yerine kısa vadede sağlam görünen alternatifler (altın, döviz, arsa gibi) daha cazip kalmaya devam etti.

1960 askeri müdahalesi, ekonomik modelde de bir dönüm noktası oldu. Kurulan Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) ile birlikte Türkiye, planlı ekonomi dönemine geçti. 1960’lar ve 70’ler boyunca İthal İkameci Sanayileşme adı verilen bir model benimsendi. Bu modele göre, ithalatı kısıtlayıp yüksek gümrük duvarları arkasında yerli sanayiyi korumak esastı. Büyük aile holdingleri ve devlet işletmeleri, devlet bankalarının ucuz kredileri ve teşviklerle korunaklı bir ortamda büyüdü. Hal böyle olunca şirketlerin halka arz yoluyla sermaye toplamalarına pek gerek kalmadı; finansman ihtiyacı ya devletten ya da ilişkili bankalardan sağlanıyordu. Borsa, hem arz hem talep yönünden cılız kaldı: Halka açılmak isteyen şirket de yoktu, uzun vadeli yatırım yapacak güveni bulabilen yatırımcı da yoktu.

Bu dönemde siyasi istikrarsızlık da borsanın baş düşmanıydı. 1960 darbesi, 1971 muhtırası, ardından 1970’lerin koalisyonlu ve çatışmalı ortamı sermaye sahiplerinin güvenini iyice sarstı. Örneğin, 1960’ta kurulan OYAK (Ordu Yardımlaşma Kurumu) gibi yapılar, ordunun bile ekonomide önemli bir aktör haline geldiğini gösteriyordu. Siyasetin bu ölçüde belirsiz, ekonomik kararların öngörülemez olduğu bir ülkede kimse fabrikasına ortak bulmak için borsaya gelmiyordu. Yatırımcılar da hisse senedi gibi riskli varlıklar yerine geleneksel olarak altın, döviz veya gayrimenkule yöneldi. Borsa, 30 yıl boyunca sessiz sedasız, düşük işlem hacimleriyle, sınırlı sayıda hisseyle adeta hayatta kalma mücadelesi verdi. Bu yüzden 1950-1980 arası, borsa için “uyku dönemi” olarak hatırlanır.

image 83
Galata’dan Borsa İstanbul’a: Borsasının Cumhuriyet Serüveni 20

1980’ler: Liberalleşme Rüzgârı ve İMKB’nin Doğuşu

1970’lerin sonunda Türkiye ekonomisi duvara çarpmıştı: Yüksek enflasyon, döviz kıtlığı, dış borçlar ve sokaklardaki toplumsal huzursuzluk had safhadaydı. Bu kriz ortamında 24 Ocak 1980’de radikal ekonomik kararlar alındı. 24 Ocak Kararları olarak anılan bu paket, ithal ikameci modeli terk edip ihracata dayalı serbest piyasa ekonomisine geçişi hedefliyordu. Kurallar basitti: Devlet ekonomiden elini çekmeli, fiyat kontrolleri kaldırılmalı, Türk Lirası değerini piyasa bulmalıydı. Elbette bu reçete, yıllardır korumacı politikaların konforuna alışmış kesimler için acı bir ilaç gibiydi ve ciddi dirençle karşılaştı.

Tam bu noktada, Eylül 1980’deki askeri darbe devreye girdi. Darbe yönetimi, güçlü otoritesiyle ekonomik dönüşümü hızla uygulamaya koydu. Sendikalar etkisiz hale getirilip ücret artışları dizginlenerek enflasyonla mücadele edildi, kamu harcamaları frenlendi. Toplum için zor yıllar olsa da kurlar serbest bırakıldı, piyasalar üzerindeki devlet kontrolü büyük ölçüde kalktı. Ülke ekonomisi dış dünyaya açılırken, yıllardır atıl kalan sermaye piyasası için de yeni bir sayfa açılmaya hazırlanılıyordu.

image 89
Galata’dan Borsa İstanbul’a: Borsasının Cumhuriyet Serüveni 21

Ancak serbest piyasa ekonomisine geçişin hemen başında, Türkiye finansal bir skandalla sarsıldı: “Banker Krizi”. 1980’lerin başında düzenleme boşluklarından yararlanan bazı uyanık girişimciler, halka çok yüksek faiz vaatleriyle para topladı. “Banker” adı verilen bu aracı kurumlar aslında birer saadet zinciri düzeni kurmuştu. Sistem çökünce on binlerce kişi birikimlerini kaybetti. Bu acı tecrübe, devletin kulağına küpe oldu: Piyasa serbestleşirken denetim şarttı. Banker faciasının ardından hızla harekete geçildi ve 1981’de Sermaye Piyasası Kanunu çıkarıldı. Ardından, 1982’de Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) kurularak, borsa ve menkul kıymet piyasalarının denetlenmesi için gerekli çerçeve oluşturuldu. Bu, modern Türk sermaye piyasasının temel taşıydı.

image 92
Galata’dan Borsa İstanbul’a: Borsasının Cumhuriyet Serüveni 22

Artık sırada, yıllar sonra gerçek anlamda organize bir borsa kurmak vardı. SPK’nin hazırlıklarıyla, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) 26 Aralık 1985’te resmen kuruldu. Borsa ilk işlemlerine 3 Ocak 1986’da İstanbul Cağaloğlu’nda, Ziraat Bankası binasının küçük bir salonunda başladı. İlk gün sadece 19 şirketin hisseleri işlem gördü. Yıllar sonra hatıralarda kalacak bir detay: İlk gong, dönemin bir bakanının Boğaziçi Köprüsü’nün gelir ortaklığı senedini sembolik olarak satmasıyla çalındı. Bu, Osmanlı’nın borç tahvillerinden 120 yıl sonra, Türkiye’nin modern borsacılık çağının resmen başlaması demekti.

İMKB’nin kuruluşu ülkeye sermaye piyasası kültürünü getirirken, hızlı bir büyüme için gereken hamle 1989’da geldi. Ağustos 1989’da çıkarılan 32 Sayılı Kararname ile Türkiye sermaye hareketlerini tamamen serbest bıraktı. Artık yabancı yatırımcılar, Türk hisse senetlerini serbestçe alıp satabilecek ve kârlarını ülkelerine götürebilecekti. Bu adım, İstanbul borsasını küresel finans dünyasının bir parçası haline getirdi. Yabancı fonların Türkiye’ye girişiyle borsadaki işlem hacmi ve likidite hızla arttı. 1990’lara girerken İMKB, küçük yerel bir piyasadan “yükselen piyasa” kategorisine terfi etmişti bile. Tabii sıcak para girişinin bir bedeli vardı: Artık dünya piyasalarındaki dalgalanmalar, Türkiye borsasını anında etkileyebilecekti. Yine de 1980’ler, borsanın yeniden doğuşu ve gençleştiği bir dönem olarak tarihe geçti. Uzun uykudan uyanan piyasa, yeni teknolojiler ve düzenlemelerle çağ atlamaya hazırlanıyordu.

image 90
Galata’dan Borsa İstanbul’a: Borsasının Cumhuriyet Serüveni 23

Çalkantılı Doksanlar (1990’lar): Ateşle İmtihan

1990’lı yıllar, Türkiye ekonomisi için fırtınalı; borsa için ise hem zorlayıcı hem öğretici bir dönemdi. Siyasette peş peşe koalisyon hükümetleri, yüksek enflasyon, kronik bütçe açıkları ve bankacılık sektöründe birikmiş riskler vardı. Bu istikrarsız zemin, kaçınılmaz olarak dönem dönem ekonomik krizlere yol açtı. Borsa da bu çalkantılardan nasibini aldı, ancak her seferinde yeni bir ders öğrenerek yoluna devam etti.

İlk büyük sarsıntı 1994 Krizi ile geldi. Kamu maliyesindeki açıklar ve yönetilemeyen ekonomik dengesizlikler, 5 Nisan 1994’te patlak veren bir finansal krize yol açtı. Türk Lirası bir anda devalüe oldu, döviz kuru adeta fırladı. Borsa endeksi ise birkaç ay içinde yarıya yakın değer kaybetti. Panik öylesine büyüktü ki, faizler astronomik seviyelere çıktı, birçok şirket iflasın eşiğine geldi. Hükümet acilen 5 Nisan İstikrar Paketi adıyla bir önlem paketi açıklasa da, 90’ların kırılgan yapısını tamir etmek o kadar kolay değildi.

image 93
Galata’dan Borsa İstanbul’a: Borsasının Cumhuriyet Serüveni 24

Yüksek enflasyon ve ekonomik oynaklık ortamında, ilginç bir şekilde İMKB yerli yatırımcılar için bir sığınak haline geldi. Nasıl mı? 90’lar boyunca enflasyon canavarı yıllık %80-100 arası seyrediyor, bankaya yatırılan para reel olarak eriyordu. İşte bu şartlarda insanlar parasının değerini korumak için borsaya yönelmeye başladı. Hisse senetleri riskliydi ama enflasyonu katlayacak getiriler de sunabiliyordu. Nitekim bu dönemde borsadaki bazı hisseler, yüksek enflasyona rağmen yatırımcısına reel kazanç sağladı. Bir anlamda borsa, halk için “enflasyonla mücadele” araçlarından biri oluverdi. Gazete manşetlerinde her ne kadar borsa oynaklığıyla korkutsa da, evinde hesap makinesiyle günlük endeksi takip eden küçük yatırımcı profili tam da bu yıllarda oluştu.

Teknolojik olarak da borsa 90’larda önemli bir eşik atlattı. 1993’te deneme amaçlı bazı hisselerde başlatılan elektronik alım-satım sistemi, 1994 Kasım’ında tüm işlemlere yayılarak İMKB’yi tam otomasyona geçirdi. Eskiden alım satım emirleri salondaki büyük panolara yazılır, aracılar arasında sözlü bağırışlarla işler yapılırken; 1994’ten sonra bu görüntü tarihe karıştı. “Tahta” sistemi yerini tamamen bilgisayar ekranlarına bıraktı. Bu geçiş, işlem hızını ve güvenliğini arttırarak borsanın büyümesine zemin hazırladı. Artık Türkiye borsası teknolojik olarak gelişmiş ülke borsalarına benzer bir altyapıya sahipti. 1990’ların sonunda yaklaşan fırtınanın habercisi ise ekonomik göstergelerdeki alarm zilleriydi. Kamu bankalarında biriken görev zararları, bankacılık sektöründeki çürük krediler ve politik belirsizlik 2000’e gelindiğinde sürdürülemez hale gelmişti. Kasım 2000’de ilk şok yaşandı, ancak asıl büyük darbe Şubat 2001’deki krizle geldi. Tarihe “Kara Çarşamba” olarak geçen olayda, Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasındaki siyasi gerilim bardağı taşıran son damla oldu. Yabancı yatırımcılar ve büyük fonlar bir günde ülkeyi terk etmeye başladı, Türk Lirası yine devasa bir değer kaybına uğradı, gecelik faizler %7500 gibi akıl almaz seviyelere fırladı. Borsa İstanbul (o zamanki adıyla İMKB) birkaç gün içinde yarı yarıya değer kaybetti; işlem dondurmak bile tartışıldı. Sonuçta 20’den fazla banka battı, ekonomi %9’dan fazla küçüldü. 2001 Krizi, borsa tarihinde belki de en acı sayfalardan biri oldu. Bir yandan 90’lar boyunca borsayı ayakta tutan yerliler ciddi zarar gördü, diğer yandan tüm sistemin köklü bir reforma muhtaç olduğu net biçimde anlaşıldı.

image 94
Galata’dan Borsa İstanbul’a: Borsasının Cumhuriyet Serüveni 25

2000’ler: İstikrar ve Büyümenin Altın Çağı (2002–2013)

2001’deki büyük kriz, Türkiye ekonomisinde kapsamlı bir temizlik operasyonu başlattı. Devlet, bankacılık sistemini yeniden yapılandırdı, kamu maliyesini disipline sokacak yasalar çıkardı ve Uluslararası Para Fonu (IMF) destekli Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı devreye alındı. 2002 seçimleriyle işbaşına gelen tek parti hükümeti (AK Parti), siyasi istikrarı tesis ederek bu reformları kararlılıkla uyguladı. Sonuç: Enflasyon hızla düşmeye, büyüme yüksek oranlarda istikrarlı biçimde artmaya başladı. Faizler geriledi, TL değer kazandı. Ülke yıllardır özlemini çektiği makroekonomik istikrara kavuşmuştu.

image 95

Böylesine elverişli bir ortam, borsa için de adeta bahar havası estirdi. 2002’den 2013’e kadar süren dönemde İMKB olağanüstü bir yükseliş trendine girdi. Uzun vadeli bir boğa piyasası yaşandı dersek abartı olmaz: Hisse senetleri fiyatları dolar bazında katbekat arttı, işlem hacimleri rekorlar kırdı. 2002 sonunda 100’ün altında (endeks puanı olarak) seyreden Borsa endeksi, 2010’lara geldiğimizde on binler seviyesindeydi (bu arada endeks yöntemlerinde değişiklikler olsa da genel gidişat böyleydi). Şirketlerin toplam piyasa değeri decade içinde yüz milyarlarca dolara ulaştı. Artık borsa, milli ekonominin önemli bir parçası haline gelmişti ve sokaktaki vatandaştan büyük kurumsal yatırımcılara kadar geniş bir kesim için cazip bir yatırım kanalı oldu.

Bu yükselişin arkasındaki önemli faktörlerden biri de yabancı yatırımcıların yoğun ilgisiydi. Türkiye, gelişmekte olan piyasalara yatırım yapan küresel fonların gözdesi haline gelmişti. Siyasi istikrarı, genç nüfusu ve AB ile yakınlaşan vizyonuyla, “yükselen yıldız” olarak görülüyordu. 2000’lerin ortalarında borsadaki halka açık hisselerin %60’ından fazlası yabancıların portföyündeydi. Londra’dan New York’tan fon yöneticileri Türk hisse senetlerini portföylerine katmak için yarışıyordu. Bu yabancı sermaye girişi, elbette borsadaki ralliye ekstra yakıt sağladı.

Elbette küresel piyasalardan kopuk değildik. 2008’de ABD’de patlayan küresel finans krizi, domino etkisiyle tüm dünyayı sarstığında İMKB de sert düşüşler yaşadı. 2008’in son çeyreği ve 2009’un ilk aylarında endeks ciddi değer kaybetti. Fakat Türkiye, özellikle bankacılık sektöründe 2001’den sonra yaptığı reformlar sayesinde krize oldukça dayanıklı çıktı. Amerikan ve Avrupalı bankalar batarken, Türk bankaları sermaye yapıları sağlam olduğu için sarsılmadı. Türkiye’de konut kredileri ve türev ürünler sınırlıydı; dolayısıyla mortgage krizinin zehirli okları finans sistemimize pek işlemedi. Hatta 2009’un ikinci yarısından itibaren ekonomi ve borsa hızlı bir toparlanmaya girdi. Bir bakıma, 2001’de çekilen acılar, 2008’de bize koruyucu bir kalkan olmuştu. Bu durum yabancı yatırımcının Türkiye algısını daha da olumluya çevirdi.

image 97

2010’ların başında İstanbul’un finans merkezi olma hedefi konuşuluyor, mega projeler planlanıyordu. Borsanın önemi iyice artmıştı. Derken 2013 yılı, hem sembolik hem de yapısal değişimlerin yaşandığı bir dönemeç oldu. Bir yandan ABD Merkez Bankası (Fed) parasal genişlemeyi azaltacağını duyurarak tüm gelişen piyasalardan para çıkışına yol açtı (bu olay literatürde “Taper Tantrum” olarak geçer). Öte yandan Türkiye içinde de Gezi olayları ve takip eden siyasi gerilimler yabancı yatırımcıların risk iştahını törpüledi. Yine de 2002-2013 arasındaki dönem, genel hatlarıyla Türkiye borsasının altın çağı olarak anılmayı hak ediyor. Bu devirde borsa, sadece fiyat artışlarıyla değil kurumsallaşma hamleleriyle de öne çıktı. Örneğin Kamuyu Aydınlatma Platformu (KAP) kuruldu, kurumsal yönetim ilkeleri benimsendi, yeni ürünler (borsa yatırım fonları, varantlar vs.) piyasaya sürüldü. Hepsi, borsayı daha olgun ve entegre bir piyasa haline getirdi.

image 86
Galata’dan Borsa İstanbul’a: Borsasının Cumhuriyet Serüveni 26

Borsa İstanbul ve Yapısal Dönüşüm (2013–Günümüz)

2013 sonrasında Türkiye sermaye piyasalarında yapısal bir değişim dönemi başladı. Öncelikle, yarım asırdır kullanılan “İMKB” ismi tarih oldu. 2013’te çıkan yeni Sermaye Piyasası Kanunu ile İstanbul Menkul Kıymetler Borsası, İstanbul Altın Borsası ve Vadeli İşlem ve Opsiyon Borsası birleştirilerek tek çatı altında Borsa İstanbul A.Ş. (BİST) kuruldu. Böylece hisse senedi, tahvil, altın ve türev piyasaları aynı kurum içinde toplandı. Borsa İstanbul adıyla faaliyet gösteren bu yeni yapı, “Yatırıma Değer!” sloganıyla hem yerli hem yabancı yatırımcılara daha geniş bir ürün yelpazesi sunmayı hedefliyordu. Borsa artık bir kamu kurumu değil, özel hukuk hükümlerine tabi bir şirket olarak işletiliyordu.

image 87
Galata’dan Borsa İstanbul’a: Borsasının Cumhuriyet Serüveni 27

Teknolojik atılım da bu dönemin ayırt edici özelliği oldu. 2014’te dünya borsacılığının teknoloji devi NASDAQ ile stratejik bir ortaklık anlaşması yapıldı. NASDAQ, Borsa İstanbul’un %5 ortağı olurken, kendi işlem platformunu (BISTECH) Türkiye’ye taşıdı. Sonraki birkaç yıl içinde Borsa İstanbul’un altyapısı tamamen yenilendi: İşlemler artık milisaniyelerle ifade edilen hızlarda gerçekleştirilebiliyor, yüksek frekanslı ve algoritmik işlemler mümkün hale geldi. Bu teknoloji yatırımı, İstanbul’u bölgesel bir finans merkezi yapma vizyonunun bir parçasıydı. Yeni sistem sayesinde, uluslararası yatırımcıların ihtiyaç duyduğu şeffaflık ve hız standartlarına yaklaşılmış oldu.

Fakat 2013’ten günümüze uzanan dönem, siyasi ve ekonomik açıdan oldukça zorlu geçti. 2016’da yaşanan darbe girişimi, ülke tarihinde eşi görülmemiş bir şok dalgası yarattı. Darbe haberiyle birlikte borsada sert düşüşler görüldü, TL hızla değer kaybetti. Takip eden yıllarda artan jeopolitik gerilimler, Suriye krizi, terör olayları ve sonunda 2018’de yaşanan kur şoku, Türkiye’yi risk haritalarında üst sıralara taşıdı. Bir de 2020 itibarıyla pandemi dönemi eklendi. Tüm bu gelişmeler yabancı yatırımcıların Türkiye algısını menfi yönde etkiledi. 2000’lerde %60’ları aşan yabancı yatırımcı payı, 2020’lerde %40’ların altına kadar geriledi. Yıllardır borsanın lokomotifi olan yabancı sermaye, kademeli şekilde ağırlığını azalttı.

image 88

Ancak piyasa boşluk kabul etmiyor: Yabancıların geri çekilmesiyle ortaya çıkan alanı, yerli yatırımcılar doldurmaya başladı. Özellikle 2019 sonrası dönemde Türkiye’de faizlerin düşmesi ve enflasyonun yükselmesi, tasarruf sahiplerini alternatif yatırım arayışına itti. İnsanlar mevduatta veya devlet tahvilinde enflasyonun altında getiri almaktansa, şanslarını borsada denemeye yöneldi. Üstelik artık hisse senedi almak, akıllı telefonlardaki birkaç dokunuşa bakıyor; bilgiye erişim de internet sayesinde çok kolay. Bu koşullar altında adeta bir “yerli yatırımcı dalgası” oluştu. 2020’den itibaren yüzbinlerce yeni bireysel yatırımcı borsa ile tanıştı. Üniversite öğrencisinden emeklilere kadar pek çok kişi ilk kez hisse senedi hesabı açtı. 2023 sonu itibarıyla bakiyeli yerli yatırımcı sayısı 7 milyonu geçerek, önceki yılların birkaç katına ulaştı. Bu, Türkiye borsa tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir katılım oranı demekti.

image 98
Galata’dan Borsa İstanbul’a: Borsasının Cumhuriyet Serüveni 28

Yerli yatırımcıların hakimiyetinin artması, borsanın karakterini de değiştirdi. Önceleri New York ya da Londra’daki fon yöneticilerinin kararları Borsa İstanbul’da dalgalanmalar yaratırken, şimdi içerideki bireysel yatırımcıların alım satım tercihleri ve duyarlılıkları daha belirleyici olmaya başladı. Bir anlamda borsa “yerlileşti”. Bunun artıları ve eksileri var: Olumlu yanı, küresel piyasalardaki dalgalanmalardan eskisi kadar negatif etkilenmeme potansiyeli. Örneğin yabancı çıkışı olduğunda hemen panik satışı gelmeyebiliyor, zira artık piyasanın çoğunluğu içerideki yatırımcılar. Öte yandan, bireysel yatırımcı psikolojisi bazen daha kısa vadeli ve duygusal olabiliyor; bu da sert fiyat oynaklıklarını tetikleyebiliyor. Nitekim son yıllarda Borsa İstanbul’da hızlı yükseliş ve düşüş döngülerinin sayısı arttı, günlük %5–%7 hareketleri normal karşılamaya başladık. Bu, piyasanın olgunlaşma sürecinde yönetilmesi gereken bir gerçek olarak karşımızda duruyor.

Tüm bu gelişmeler ışığında, Türkiye borsasının hikâyesi birkaç temel ders barındırıyor. Öncelikle, siyasi ve ekonomik istikrarın ne kadar kritik olduğu defalarca görüldü. Borsa, bir ülkenin adeta barometresi gibi çalışıyor: Eğer ekonomi politikalarında öngörülebilirlik ve rasyonalite hakimse, piyasa güvenle yükseliyor. Ama belirsizlik ve kriz ortamında en hızlı irtifa kaybeden yine borsa oluyor. 1990’lardaki kaotik ortamda borsa ancak enflasyondan kaçış aracı olabildi, buna karşılık 2000’lerdeki istikrar döneminde hem halka hem ülkeye ciddi bir servet artışı sağladı. Bir diğer ders, dış kaynak ile iç tasarruf dengesi. Osmanlı’dan bu yana yabancı sermaye ile ilişkimiz bir gelgit hikâyesi: Kimi zaman kurtarıcı, kimi zaman risk unsuru oldu. Şimdi yerli yatırımcıların yükselişiyle yeni bir denge arayışı içindeyiz.

Sonuç olarak, Galata bankerlerinin temellerini attığı Osmanlı borsasından bugün dijital çağa ayak uyduran Borsa İstanbul’a kadar uzanan serüven, Türkiye’nin ekonomik dönüşümüne ayna tutuyor. Borsanın bir asırlık serüveni, yalnızca finansal tabloların değil, savaşların, krizlerin, devrim niteliğindeki kararların ve milyonlarca insanın umutlarının da hikâyesidir. Bugün ister evinde bilgisayar başında, ister cep telefonunda işlem yapan yeni nesil yatırımcılar olsun, hepimiz bu hikâyenin bir parçasıyız. Ve bu hikâye, Türkiye ekonomisi var oldukça, yeni bölümler yazmaya devam edecek.

YORUMLAR YAZ