1571 yılında II.Selim döneminde Venedikliler’den alınan ve 307 yıl Osmanlı hâkimiyeti altında kalan Kıbrıs adası 1878 yılında Osmanlı-Rus Harbi (93 Harbi) sonrasında yapıklan anlaşma ile hükümranlık hakkı Osmanlı İmparatorluğunda kalmak kaydıyla, İngiltere’ye devredilmiştir.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı İmparatorluğu ile İngiltere’nin ayrı saflarda yer almasının da bir sonucu olarak, İngiltere 1914’te tek taraflı bir kararla adayı ilhak etmiş ve 1923 Lozan Anlaşmasında da bu durum Türkiye tarafından tanınmıştır.
Sonrasında 1959’da Zürih Anlaşması ile İngiltere, Yunanistan ve Türkiye’nin katılımı ile adanın iki toplumlu bir devlet şemsiyesi altında İngiltere’nin yönetiminden çıkmasına karar verilmiş ve 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur.
1960-1974 arasında ENOSİS planı çerçevesinde Türkler için sıkıntılı bir süreç yaşanmış ve Zürih Anlaşmasına dayanarak 20 Temmuz 1974 yılında yapılan Barış Harekatı ile ada halkının can ve mal güvenliği, güvence altına alınmıştır.
Fakat günümüze kadar adada İngiliz varlığı ile hali hazırda Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) kontrolündeki Limasol limanı ve İngiltere’ye ait iki üs ile gerek NATO garekse çok uluslu güçlerin adaya ilgisi devam etmiştir.
İngiltere Kıbrısı Niye Talep Etti
Tarihçesini kısaca anlatmaya çalıştığım Kıbrıs Adasının bir de stratejik öneminden bahsetmek lazım.
93 Harbinde Rusya ile Osmanlı arasında keskin bir tampon vazifesi gören İngiltere, niye Kıbrıs Adasını istedi ve amacı neydi?
19. yüzyılda İngiltere’nin sömürgeleri ile deniz lojistiğini güvenlik altına almak adına;
- 1713’te Akdeniz’i Atlas Okyanusuna bağlayan Cebelitarık Boğazına yerleşti.
- Fransa’nın 1798’de Mısır’a çıkması üzerine Osmanlı Devleti ile ittifak yaparak Fransa’yı Mısır’dan ve Dalmaçya kıyılarından uzaklaştırdı ve 1 Ağustos 1798’de Ebukir’de Fransız donanmasını yakarak Akdenizde üstünlüğü ele geçirdi.
- 1815’te Yedi Ada ve Malta’yı ele geçirdi ve Fransızların Süveyş kanalı açma çalışmaları üzerine de tedbir olarak 1839’da Aden’i aldı
1869 yılında Süveyş Kanalının açılması ile Akdeniz-Süveyş-Kızıldeniz hattının güvenliği İngiltere için çok önemli hale geldi. Ve sonrasında da bu üstünlüğü bırakmamak adına Kırıs Adası üzerinde hükümranlığını sürdürdü
1907 yılında Winston Churchill Sömürge Bakanlığı Müşteşarı iken hazırladığı raporda, İngiltere’nin adaya hiç yatırım yapmamasına karşın ciddi oranda vergi aldığını bunun da halk üzerinde ciddi olumsuz etkiler yarattığını bildirmiş olsa da alınmayan tedbirler sebebiyle adadaki nefret tohumları o tarihlerde atılmış oluyordu. Churchill yine aynı raporda adanın Türklere iadesini Avrupa kesinlikle kabul etmeyecektir diye de eklemiştir.
1919’a gelindiğinde ise bu sefer başka bir önemli aktör olan İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon tarafından bir rapor yazılmış ve o raporda da aşağıdaki ifadelere yer vermiştir.
“Askeri bakış açısına göre Kıbrıs’ın potansiyel değeri; Küçük Asya anakarasına düzenlenebilecek çıkarma veya hava operasyonlarında olası bir üs teşkil ettiği gerçeğinde yatmaktadır. Bağdat demiryolunun İskenderun Körfezi’nin başında denize yaklaştığı ve bundan dolayı bu ulaşım hattında buranın tek zayıf nokta olduğuna yukarıda dikkat çekilmişti. Bu ulaşım hattının kesilmesi Anadolu ve Mezopotamya, Suriye ve Arabistan arasındaki demiryolu bağlantısını koparacaktır. Şu anki savaşta bile Kıbrıs’ı askeri amaçlar için az da olsa kullanmış olmakla beraber, tek gerçek, Türk ulaşımının en saldırıya açık ve en hayati noktasına daimi bir tehdit teşkil eden ve Türkleri bu bölgede savaş boyunca hatırı sayılır güçler bulundurmaya mecbur ettiğinden bu yana, Adanın İngiltere’ye aidiyeti bizim için çok değerli olmuştur. Çok sayıda köprüye ve Bağdat ve Hicaz Demiryolları üzerindeki diğer önemli noktalara kolay erişimi olduğuna göre bir hava üssü olarak Kıbrıs çok değerli olacaktır.”
Ve o dönem Kıbrıs Adasındaki hava üssünün önemi, İran’ın İsrail’e yapmış olduğu hava saldırısında bir kat daha ön plana çıkmış ve saldırının savuşturulmasında önemli rol oynamıştı.
Adanın GKTY yönetimi tarafında kalan İngiliz Hava Üssü’nün İsrail saldırılarında kullanılmasından rahatsız olan Hizbullah bu konuda da yakın zamanda açıklama yaparak, aşağıdaki haberde ayrıntılarına yer verildiği üzere GKRY’yi tehdit etmiştir
Hali hazırda stratejik konumu sebebiyle gerek İngiltere gerekse İsrail için Kıbrıs Adası hayati öneme haiz bir durumdadır
Kıbrıs Adası’nın Enerji Lojistiğindeki Yeri ve Önemi
Konuyu biraz farklı bir noktadan başlatıp sonra Kıbrıs Adasına geleceğiz. Kıbrıs Adası’nın önemi için önce Kırımın ilhakı ve Ukrayna Rusya savaşına kadar geri gitmemiz gerekecek
2005 ve 2009’da iki sefer Ukrayna ile Rusya arasında yaşanan gaz krizleri sebebiyle kısıtla da olsa enerji arzı ile ilgili sorunlar yaşanmış ve bu sebeple Avrupa’ya kısıtlı da olsa gaz akışından aksamalar yaşanmıştır.
NATO, krizin büyüyeceğini de öngörerek 2006 Riga Zirvesinden 2010 Lizbon Zirvesine kadar bu konuyu tartışmıştır. 2010 Lizbon zirvesinde Yeni Stratejik Konsept ile İttifakın ilk enerji güvenliği tanımı ortaya konulmuştur. Lizbon bildirisinde; enerji güvenliği ulus ötesi tehditlerden biri olarak tanımlanmış ve enerji arzının güvenli, sürekli olması, arz yollarının, arzı sağlayan ülkelerin/kaynakların çeşitlendirilmesi ve enerji şebekeleri arasında sürekli bağlantıların tesis edilmesi olarak ifade edilmiştir.
Her ne kadar pandemi sürecinde enerji tüketimi azalmış gibi görünse de 2013 sonrası olduğu gibi 2021 ile enerji tüketimi ciddi oranda artış göstermiştir. Enerji talebinin bu kadar artış gösterdiği dönemde Ukrayna-Rusya savaşı ile birlikte ciddi oranda bir enerji krizi yaşanmaya başlanmış ve bu süreç ile birlikte alternatif arayışları hız kazanmıştır

Avrupa’nın başta sanayide kullandığı enerji olmak üzere, toplam enerji ihtiyacının büyük oranda Doğal Gaz ve Petrol’den karşıladığı göz önüne alındığında, enerji çeşitliliğinin bu kaynaklara yönelik olarak araştırılması gerektiği doğal olarak ortaya çıkmaktadır.

Her iki enerji kaynağına da ayrı ayrı baktığımızda; petrolde arz kaynağı çeşitliliğinin sağlanmış olmasın karşın doğal gazda AB’nin Rusya’ya bağımlılığı net olarak görülmektedir.

Özellikle ağır sanayi için ihtiyaç duyulan doğal gazın LNG ile karşılanmasının hem maliyetli hem de etkin olmadığı, Norveç tarafından ihtiyacın yaklaşık %33’ünün boru hattı ile karşılanabildiği göz önüne alındığında AB’nin Rusya’ya bağlılığı net olarak ortaya konmuş olmaktadır

Yenilenebilir enerjinin genel enerji ihtiyacını karşılayacağı algısına karşı olarak, en az 25 yıl daha fosil yakıtların ana enerji kaynağı olacağı BP tarafından hazırlanan raporda da net olarak belirtilmiştir.

Buraya kadar belirtilen hususların kısaca üstünden geçersek;
– Enerji çeşitliliğinin AB için hayati öneme haiz olduğu
– NATO’nun Lizbon Zirvesinde karar almasına karşın Ukrayna-Rusya savaşı sürecinde meydana gelen enerji arzı kısıtlamalarına tepkisiz kaldığı,
– Uzun bir süre daha başta doğal gaz olmak üzere fosil yakıtlara bağımlılığın devam edeceğinden yola çıkarak AB’nin içinde bulunduğu sorun yumağından sorunsuz olarak çıkmak istediği tezi güç kazanıyor.
İşte buraya kadar olanlar durum tespiti içerirken artık bundan sonrası biraz analiz ve yorum giriyor işin içine. Öncelikle AB’nin enerji çeşitliliğindeki alternatiflere bakalım;
Önemli olan boru hattı ile doğal gazın taşınmasının sağlanası olduğu dikkate alındığında, Gasprom kontrolünde bulunan Kuzey Akımın alternatifleri, mevcut kaynaklar Hazar Havzası, Irak, İran ve hali hazırda rezerv konusunda netlik kazanmamakla birlikte Hazar Havzasına yakın rezerve sahip olduğu değerlendirilen Doğu Akdeniz Havzası ile kısıtlıdır.

Özellikle Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de mevcut kaynağın Avrupa’ya taşınması için planlanan Kıbrıs, Girit, Yunanistan rotasının izlenecek olduğu EASTMED boru hattı projesinin, Libya ile Türkiye arasında imzalanan Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) Anlaşması ile kanuni olarak işletilemez hale gelmiştir. Projenin paydaşları olan Mısır, İsrail, GKRY ve Yunanistan projenin işletilmesi için girişimlerde bulunmalarına karışın Aralık 2022’de ABD’nin projeden desteğini çektiğini açıklaması sonrası proje zorunlu olarak rafa kaldırılmıştır.
Konunu çok ayrıntısına girmemekle birlikte; Libya MEB anlaşmasının yürütülebilmesine karşılık, Libya’da Hafter Güçlerinin konumu ve yaptıkları, Wagner’in bu süreçteki rolü ve Sirte Limanına Rus güçlerinin üslenmesi gibi konularda Türkiye ile Rusya’nın dirsek temasında olduğunun da göz ardı edilmemesi konunun bütünlüğü anlamında önem taşımaktadır.

EASTMED projesinin de rafa kalkması sonracı enerji arzının çeşitlendirilmesi konusunda çıkmaza giren AB için artık tek yol kalmıştır, Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı Projesi (TANAP) ile Trans Atlantık Borı Hattı Projesi (TAP) entegresi ile yeni yaratılacak hattın hayata geçirilmesidir.
Peki Doğu Akdeniz Havzasındaki enerji bu kadar yaygara kopartmak için yeterli büyüklükte bir rezervden mi oluşuyor?
Bu konuda bir çok şehir efsanesi olmasın karşın elimindeki en güncel ve resmi veri Amerika Birleşik Devletleri Jeoloji Araştırmaları Merke<i (USGS-US Geological Survey) , 2010 yılında Doğu Akdeniz’le ilgili yayımladığı rapordur.

8 Nisan 2010 tarihli raporda, Kıbrıs, Lübnan, Suriye ve İsrail arasında kalan bölge olan Levant Havzasında 3,45 trilyon metreküp (122 trilyon kübik feetlik) doğalgaz ve 1,7 milyar varil petrol bulunduğunun tahmin edildiği belirtilmektedir. Bu tahmin dünyanın en büyük doğalgaz yataklarından birinin Doğu Akdeniz’de bulunduğuna işaret etmektedir.
ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi tarafından Nil Delta Havzasında ise yaklaşık 1,8 milyar varil petrol; 6,3 trilyon metreküp (223 trilyon kübik feet) doğalgaz ve 6 milyar varil35 sıvı doğalgaz rezervi olduğunun tahmin edildiği, Kıbrıs Adası’nın çevresinde ise 8 milyar varil olduğu söylenen petrol rezervinin yaklaşık değerinin 400 milyar dolar civarında olduğu açıklanmıştır. Ayrıca “Herodot” olarak adlandırılan Girit’in güney ve güneydoğusundaki alanda biri 1,5, diğeri 2 trilyon metreküp olmak üzere toplam 3,5 trilyon metreküplük doğalgaz bulunmaktadır. Bu bağlamda; Doğu Akdeniz’de yaklaşık olarak toplam değeri 1,5 trilyon dolar olan 30 milyar varil petrole eşdeğer hidrokarbon yatakları bulunduğu değerlendirilmektedir. 2010 yılı tüketim miktarları dikkate alındığında, Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon rezervinin, Türkiye’nin yaklaşık 572 yıllık, Avrupa’nın ise 30 yıllık doğal gaz ihtiyacını karşılayabilecek seviyede olduğu anlaşılmaktadır

Dünyanın en zengin enerji havzalarından biris olduğu düşünülen Doğu Akdeniz Enerji havzasındaki mevcut kaynağın, Avrupa’ya taşınması için yegane yolun KIBRIS ADASI-TANAP-TAP hattı olduğu düşünüldüğünde, Kıbrıs Adası askeri jeopolitik öneminden öteye geçerek artık Avrupa’nın enerjiye bağımlılığını en kolay yönden çözecek, alternatif halini de almıştır.
Kısacası İsrail’in savunması, dünyanın en önemli lojistik hattı olan Süveyş Kanalının güvenliği ve artık her ikisinden de önemli hale gelmiş olan “Avrupa’nın enerji çeşitliliği ve güvenliği” için artık Kıbrıs Adasının önem artmaktadır
Tabii ki bu kadar önemli bir alanı kimse konumasız bırakmak istemez. Güney Kıbrıs Savunma Bakanı 18 Temmzı 2024 tarihinde yaptığı açıklamada, Doğu Akdeniz’deki ada ülkesinin güney kıyısında, çeşitli operasyonları gerçekleştirmek üzere Avrupa Birliği (AB) ülkelerinden ve diğer ülkelerden gelen büyük gemilere ev sahipliği yapabilecek, çalkantılı Orta Doğu bölgesine insani yardım teslimatları dahil olmak üzere misyonların da gerçekleştirilebileceği büyük bir deniz üssü inşa etme planlarının olduğunu söyledi. Yani kısaca Avrupa kendi huzurunu tesis etmek için bölgede kollarını sıvadı
Kısaca Kıbrıs Adası artık;
Avrupa’nın huzuru için anahtardır
Yorumlar kapalı.