featured
  1. Haberler
  2. Pazar Yazısı
  3. Başlamamış Bir Karanlığın Eşiğinde

Başlamamış Bir Karanlığın Eşiğinde

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
Flux_Dev_A_dystopian_scene_symbolizing_the_beginning_of_a_dark_1

Bölüm I – Karanlık Çağ’a Hoş Geldin


Çok çok uzak olmayan bir diyarda, Güneş’in artık eskisi kadar parlamadığı, rüzgârın sadece fısıltılarla konuştuğu bir zaman başladı. O diyara Nurca denirdi eskiden. Çünkü her şey aydınlıktı. Çocuklar gülerek koşar, gökyüzü gece bile sıcak olurdu. Fakat kimse fark etmedi, göklerden bir yıldız eksildiğinde.

Sonra başka bir yıldız daha… Sonra bir çocuk sesi daha… Sonra bir çığlık daha… Ve bir sabah, Güneş doğmadı.

İnsanlar önce bunu sıradan bir gece sandılar. “Geçer,” dediler. “Döner elbet,” dediler. Ama ne yıldızlar geri geldi, ne çocuk sesleri. Sadece ekranlarda görüntüler vardı, ama o görüntülerden kaçmak mümkündü. Gözünü kapatınca kurtuluyordu insan. Ve insanlar, çokça gözlerini kapattılar.

Köyün en yaşlı kadını, Ana Zehra, sabah ezanı gibi konuştu bir gün:
“Geceleri üstümüze serilen bu karanlık, gökten inmedi. İçimizden çıktı.”

Ve böylece başladı Karanlık Çağ.


Bölüm II – Gölge Tohumu


Lina’nın şarkısı bir sabah, terk edilmiş bir şehir meydanında yankılandı. Rüzgâr taşların arasından geçerken, ezgiyi yavaşça taşıdı. Yıkılmış duvarlar, paramparça oyuncaklar, boş salıncaklar… Her şey susmuştu o yerde. Ama bir şey, uyanır gibi oldu.

Kırık bir heykelin gölgesinde bir çocuk başını kaldırdı. Adı Arven’di. Sesini yıllardır kullanmamıştı. Ama o gün, Lina’nın şarkısını duyduğunda, dudakları istemsizce kıpırdadı.
“Uyan…” dedi fısıltıyla.

İşte o anda toprağın altı titredi.

Bir şeyler değişiyordu. Karanlık öyle kolay gitmeyecekti. Ama karanlık da, ilk kez ürperdi. Çünkü karanlığın gücü, insanların sessizliğindeydi.

Lina o gece rüyasında bir orman gördü. Her ağacın yaprakları kurumuş, gövdeleri çatlamıştı. Ama ormanın ortasında siyah toprağın içinde bir şey kıpırdıyordu. Bir tohum. Işık saçmıyordu. Tam tersine, siyahtı. Ama Lina hissetti: Bu bir “gölge tohumu”ydu.

Ve ormanın sesi Lina’nın kulağında yankılandı:
“Beni uyandırırsan, bütün acıyı hatırlatırım. Ama beni unutursan, sonsuza dek sürecek bu gece.”

Lina uyandığında alnı ter içindeydi. Ne yapacağını bilmiyordu. Ama bilmediği bir şey vardı: Arven de aynı rüyayı görmüştü. Çünkü bazı rüyalar, yalnızca tek bir kişiye ait değildir.
Bölüm III – Ekranla Yüzleşme
O gece herkes odasındaydı. Sadece maviye çalan bir ışık duvarlara vuruyor, herkesin yüzünde aynı donuk ifade beliriyordu.

Lina, tek başına yürüdü o odaya. Ekranın tam karşısına geçti. O ekran hep oradaydı. Tüm şehrin merkeziydi sanki. Kimse fark etmiyordu ama, o odanın sıcaklığı bile onun iznine bağlıydı.

Ekran önce titredi, sonra canlandı. Camın ardında bir ses belirdi. Kadın mıydı, adam mı, insan mıydı, belli değildi. Ama hep “hoş” bir tonla konuşurdu.

“Gecenin bu vaktinde ne işin var burada küçük kız?” dedi o ses.
“Uyuman gerekirken, boş düşüncelerle mi oyalanıyorsun yine?”

Lina’nın gözleri parlıyordu. Ama korkudan değil. Öfkeden değil.
Gerçekten.
Yalnızca gerçekten parlıyordu.

“Beni görüyor musun?” diye sordu Lina.
“Yoksa sadece yansıttığın kadarını mı tanıyorsun?”

Bir sessizlik oldu. Ekran birkaç saniyeliğine bozuldu. Bu, nadiren olurdu.

“Ben senin gibi binlercesini gördüm,” dedi ses. “Hisseden. Konuşan. Sonra unutan. Hepiniz unutursunuz sonunda.”

Lina eğilmedi. Sadece bir adım yaklaştı.

“Ben unutmayacağım. Çünkü bu karanlık bana ait değil. Ben sadece içinden geçiyorum.”

Ve sonra, sesi alçaldı.

“Sen ise onun içinden çıkamıyorsun. Çünkü sen karanlıktan yapılmışsın.”

Ekran bir anlığına kapandı. Sonra yeniden yandı. Ama bu kez sesi çıkmadı.
Sadece izledi.

Lina ise arkasını döndü. Ve yürüdü.
Bölüm IV – Ekranlaşanlar
Bir zamanlar insanlar vardı. Gözleri gökyüzüne, kulakları birbirlerine dönüktü. Birbirlerinin sesini duyar, gözyaşını elinde tutardı.

Sonra bir ışık geldi. Işık, sihir gibiydi. Küçücük kutularla uzakları görüyordun. Zamanın bile ötesine geçebiliyordun.

İlk başta sevgiyle yaklaştılar.
“Ne harika bir icat bu,” dediler.
“Beni dünyaya bağlıyor,” dediler.
Ama sonra… gözlerini bir daha kaldırmadılar.

Kutular büyüdü. Kutular inceldi. Kutular renklendi.
Ve bir gün, insanlar kutulara bakarken, içlerinden bir şey kayboldu.
İlk önce his.
Sonra ses.
Sonra göz teması.
En son kalp.

Onlar artık Ekranlaşanlar’dı.

Kendi acılarına bile uzaktan bakanlar…
Bir çocuk ağlarken onu “içerik” sananlar…
Kendi içinden geçenleri bile yabancı gibi izleyenler…
Yavaşça insan değil, birer yansıma oldular.

Ekranlaşanlar’ın en büyük yalanı şuydu:
“Seni görüyoruz.”
Ama aslında hiç kimseyi görmüyorlardı.
Çünkü görebilmek için, önce içinin karanlığını kabul etmen gerekirdi.
Bölüm V – Işığın Kayıp Rengi
Lina yürüyordu.

Bir zamanlar sokak denilen taşlı yollar, artık yalnızca izlerden ibaretti. İnsan izleri değil. Parmak izleri. Ekrana dokunan, ama birbirine dokunmayan parmaklar.

Karanlık artık sabit değildi. Hareket ediyordu. Gecenin bir rengi yoktu; bir dokusu vardı. Soğuk ama tanıdık.

Lina her gece, gözleriyle bir şey arıyordu:
Bir parıltı.
Bir ışık.
Bir bakış.
Bir kırılma.
Bir hatırlama.

Ama ışıklar da artık eskisi gibi parlamıyordu. Bir zamanlar sarı olanlar, şimdi donuk maviye dönmüştü. Bir zamanlar sıcak olanlar, şimdi yalnızca titreşiyordu.

Lina durdu bir gecenin içinde. Göğsü ağırdı. Gözleri açık ama donuktu.

“Karanlıkta ışığı görmek daha kolaydır, derler,” dedi kendi kendine.
“Ama ya ışığın kendisi de karanlığa dönüyorsa?”

O an, bir pencerenin içinde bir yüz gördü. Yüz değildi bu. Düz. Parlak. Donuktu.

Ama o donuklukta bir titreme oldu. Sanki bir damla içeri düşecek gibi. Sanki biri içeriden “yardım et” diyecekti.

Lina yaklaşmak istedi. Eli cama uzandı. Ama cama değil, ekrana değdiğini fark etti. Ve ekrandaki yüz, ona kendi yansımasını gösterdi.

Lina kendi gözlerine baktı.
Ve içinden geçti:
“Benim ışığım da kararıyor…”

Ama tam o anda…
Bir soluk.
Bir renk kırılması.
Bilinmeyen bir kelimenin fısıltısı gibi bir şey…
Bir şey oldu.

Ve Lina devam etti yürümeye.

Çünkü belki ışık ölüyordu,
Ama o, hâlâ arıyordu.
Son Bölüm – Başlamamış Bir Karanlığın Eşiğinde
Lina, artık yıldızlara bakmıyordu. Çünkü anlamıştı. Yıldızlar çok uzaktaydı. Ve bazı ışıklar, sadece karanlıkla sınandığında gerçekten ortaya çıkardı.

Bir tepenin üzerinde duruyordu şimdi. Altında uzanan şehir, sessizdi. Işıklarla değil, ekranlarla parlayan bir karanlıktı o. Işık değil… yansıma.

Lina elini kalbinin üzerine koydu. Hâlâ atıyordu. Hâlâ hissediyordu. Ama sesi… sesi zayıftı.

“Karanlık çoktan başladı, diyorlar,” dedi kendi kendine.
“Ama ben biliyorum… henüz başlamadı.”

Çünkü asıl karanlık, bellekler silindiğinde başlar. Hafıza, acıyı unuttuğunda. İnsan, başka bir insanın gözyaşını umursamadığında.

Lina yürüdü. Arkasından biri gelmedi. Ama uzakta bir başka çocuk da ayağa kalktı. O da yalnızdı. Ama hissetmişti. Bir şeyin yer değiştirdiğini…
Bir titreşimin içinden geçtiğini…

Ve dünya…
Dünya hâlâ dönüyordu.
Ama artık hangi yöne döndüğünü kimse bilmiyordu.

Hikâye burada bitmiyor.

Çünkü Lina’nın yürüyüşü bir “son” değil.
Bir eşik.
Ve belki… belki bir gün,
karanlık çağ başlamadan önce
birileri hâlâ hatırlıyor olursa,
birileri hâlâ hissediyorsa,

ışık geri döner.

Ama o ışık bir yıldızdan gelmeyecek.
Bir çocuktan doğacak.

Notlar
Bu hikâyede yer alan ‘ekranlar’ kavramı, George Orwell’ın 1984 adlı eserindeki ‘tele ekranlar’ fikrinden esinlenmiştir. 1984 romanı, günümüzde bireyin mahremiyetinin, özgürlüğünün ve düşünce alanının nasıl daraltıldığını çarpıcı bir biçimde yansıttığı için bu hikâyede karanlığın temsili olarak önemli bir yere sahiptir.

Başlamamış Bir Karanlığın Eşiğinde
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.