Paranın döndüğü her yer kirlenmeye mahkûmdur. Ancak bazı alanlar, bu kirin sistemin bir parçası haline geldiği yapılardır. Borsa da bu yapılar arasında özel bir yere sahiptir. Kimi zaman bir tahtanın arkasında, kimi zaman bir şirket haberinin satır aralarında, kimi zaman da bir yatırımcı grubunun iletişim kanallarında organize menfaat ilişkileriyle karşılaşılır.
Tarihsel örnekler bu konuda son derece açıktır. 1930’ların New York’unda, Luciano ve Costello çeteleri Wall Street’te bazı aracı kurumlarla doğrudan temas halindeydi. “Bucket shop” olarak bilinen yasa dışı aracı kurumlar, yatırımcının değil, mafya sermayesinin çıkarına çalışıyordu. Aracı kurumlar, müşteri işlemlerini piyasaya aktarmıyor, parayı içeride çeviriyor ve yatırımcı kaybettiğinde mafya kazanıyordu.
1980’lerden 2000’lere uzanan dönemde İtalya’da benzer bir model gelişti. Camorra ve ’Ndrangheta gibi organize suç örgütleri, Milano Borsası’nda düşük hacimli şirketleri halka arz ederek paravan yapılar kurdu. Şirket hisseleri kendi aralarında el değiştirerek fiyatlar yapay olarak yükseltiliyor, böylece hem spekülatif kazanç elde ediliyor hem de kara para aklanıyordu. 2001 yılında İtalyan mali polisi, bu yöntemle çalışan en az 30 şirket tespit ettiğini açıkladı.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Rusya’dan çıkan büyük ölçekli sermaye, Londra Borsası üzerinden Batı’ya aktı. Bu süreçte bazı şirketlerin arkasında eski KGB bağlantılı yeraltı yapılarının olduğu iddia edildi. Financial Times’ın 2018 tarihli araştırmasına göre, Londra Borsası’nda işlem gören 700’den fazla şirketten yaklaşık 120’si “kaynağı şüpheli” fonlarla ilişkilendirilmişti.
ABD merkezli Stratton Oakmont şirketi, bu konuda önemli bir dönüm noktasıdır. “The Wolf of Wall Street” olarak bilinen Jordan Belfort’un liderliğinde, küçük ölçekli hisseler üzerine kurulu organize bir “pump and dump” sistemi çalıştırıldı. Yatırımcılar yüksek getiri vaadiyle hisseye çekildi, fiyat yukarı taşındı, ardından şirket içi satışlarla yatırımcı zarara uğratıldı. Belfort, dolandırıcılıktan hapis cezası aldı.
2003 yılında Avrupa’nın en büyük muhasebe skandallarından biri İtalya’da yaşandı. Parmalat şirketi bilançosuna var olmayan 14 milyar Euro yazdı. Olayın perde arkasında, suç örgütleriyle bağlantılı offshore hesaplar ve kontrolsüz fon hareketleri yer alıyordu. Benzer bir örnek olan Wirecard skandalı ise Almanya’da 1,9 milyar Euro’nun ortadan kaybolmasıyla sonuçlandı. Şirketin CEO’su hâlen firarda.
Türkiye’de de borsada organize yapıların izlerine rastlanır. 1990’lı yıllarda İMKB’de yaşanan bazı halka arz süreçlerinde, tahta manipülasyonları, içeriden bilgi kullanımı ve rüşvet iddiaları gündeme gelmiştir. 1996’daki Kombassan–Jetpa süreci, bu manipülatif yapıların sistemsel etkisini gözler önüne sermiştir.
Günümüzde bu yapılar daha dijital, daha sistematik bir hâl almıştır. Regülasyonların gelişmesine rağmen, organize yatırımcı gruplarının sosyal medya üzerinden yönlendirme yaptığı, düşük hacimli hisselerde senkronize işlem gerçekleştirdiği ve içeriden bilgiye dayalı pozisyon aldığı çok sayıda örnek vardır. Bu yapıların önemli bir bölümü hâlâ hukuk sisteminin ve düzenleyici kurumların müdahale alanı dışındadır.
Bugün organize suç yapılarının borsa üzerindeki etkileri geçmişe göre daha karmaşık ama bir o kadar da sofistike hale gelmiştir. Teknolojik araçlar, sınır ötesi para hareketleri ve dijital manipülasyon yöntemleri, klasik mafya faaliyetlerinin yerini alırken, denetim ve düzenleme kurumları için yeni tehdit alanları da doğurmuştur.
Tarihsel vakalar bize gösteriyor ki, sermaye piyasalarının sağlıklı işleyebilmesi için sadece piyasa oyuncularının değil; regülatörlerin, hukuk sistemlerinin ve kamuoyunun da aynı ölçüde bilinçli olması gerekir. Aksi takdirde, manipülasyon yöntemleri değişse de oyunun kuralları hep aynı kalır.